1. DÜNYA SAVAŞI
İttihat ve Terakki Cemiyeti, kalkınma yolunda son çare olarak Almanya’ya yanaşmak istemiştir. Bu suretle, ekonomik ve siyasal üstünlüğünü ilerletmek için Doğuyu etkisi altına almak isteyen Almanya da bu uğurda II. Abdülhamit döneminden beri İngiltere ile yaptığı siyasal savaşı kazanmış ve Osmanlı Devleti üzerinde tam bir egemenlik kurmuştur.
Balkan felaketinin, bir ittifak grubuna dahil olunmamasından kaynaklandığını düşünen Cemiyetin asker yöneticileri bir müttefik arayışı içine girmiştir. İttifak ve İtilaf devletleri grubundan, biri ile ittifak anlaşması yapılması için siyasal girişimlerde bulunmuştur. İtilaf devletleri, Trablusgarp ve Balkan yenilgilerine ve kaybedilen topraklara bakarak, Osmanlı silahlı kuvvetlerinin kendilerine yük olacağını düşünmüş ve buna yanaşmamışlardır. Bununla beraber, Osmanlı Devletinin tarafsız kalmasını önermişlerdir. Bu gelişmeler üzerine, Almanya’nın yaptığı ittifak teklifi bir fırsat olarak değerlendirilmiş ve sadece Padişahın, Sadrazamın, Hariciye ve Dahiliye Nazırları ile Meclis-i Mebusan Reisinin bilgisi dahilinde Almanya ile İttifak Anlaşması imzalanmıştır. Bu gelişmeler sırasında, Avusturya Veliahtı Fransuva Ferdinand’ın 25 Haziran 1914’de Bosna-Saray’da katledilmesi, bardağı taşıran son damla olarak, I. Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olmuştur. 2 Ağustos 1914’de Almanlar ile ittifak anlaşması yapılmasından 9 gün sonra, Fransız sahillerini bombaladıktan sonra takibe uğrayan iki Alman zırhlısının (Goben/Yavuz, Breslav/Midilli) bu takipten kurtulmak için Çanakkale Boğazı’ndan içeri girmesi Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesine neden olmuştur. Osmanlı Devleti bu gemileri satın aldığını ilan ederek İngiltere ve Fransa’nın baskısından geçici olarak kurtulmuş ise de Almanların, ittifak anlaşmasına dayanarak Osmanlı Devleti’ni savaşa girmeye zorlaması ve Osmanlı Devleti’ni “fiili bir askeri diktatörlükle” yöneten Enver, Talat ve Cemal Paşaların ikna edilmesi sonucunda, Alman Amiral Şuson komutasında Karadeniz’e açılan Osmanlı donanmasının 29 Ekim 1914’de Odesa ve Sivastopol’ü bombardıman etmesi ve Rus donanması ile savaşa girmesi, İtilaf Devletlerinin 5 Kasım 1914’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesi sonucunu doğurmuştur. Almanya ve Bulgaristan’ın yanında I. Dünya Savaşı’na katılan Osmanlı Devleti, Balkan Savaşlarından yeni çıkmış olduğu için, bu savaşa çok zor koşullar altında katılmıştır. Nitekim Almanya’nın durumu kötüye gitmeye başlayınca Osmanlı Orduları da gerilemeye başlamıştır. Sonuçta; İngilizlerin güneyde modern ve üstün birlikler ile yaptığı saldırılar, ABD’nin Almanya’ya karşı savaşa katılması, Osmanlı Devleti’ni giderek güç durumda bırakmış ve yöneticilerde İtilaf Devletleri ile barış anlaşması yapılması fikri ağırlık kazanmaya başlamıştır. Bu sırada V. Mehmet Reşat ölmüş; yerine Mehmet Vahdettin padişah olmuştur.
Vahdettin’in cülusu halkta ümit uyandırmış ve muhalifleri sevindirmiş olmasına rağmen, en büyük stratejik ve siyasal hataların bu padişah döneminde yapılmış olduğu ileri sürülmüştür. Mehmet Vahdettin’in 31 Ağustos 1918’de kılıç kuşanmasından sonra, 8 Ekim 1918’de Talat Paşa Sadrazamlıktan istifa etmiştir. Talat Paşa’nın istifası ile birlikte, İttihat ve Terakki Partisi de iktidardan düşmüştür. Daha sonra 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanmış, bu anlaşma ile Osmanlı orduları yenilgiyi kabul ederek silahları bırakmıştır.
Bu olaydan sonra, İttihatçıların tevkifi ve savaş sorumlusu olarak yargılanmaları düşünülmüş, ancak Mehmet Vahdettin’in İttihatçılara muhalif olmasından kaynaklanan bu eğilimi öğrenen ittihatçı liderler gizlice memleketi terk etmişlerdir ve Osmanlı Devleti’nin son yıllardaki fiili askeri diktatörlük de bu suretle ortadan kalkmıştır.