Büyük Küçük herkesin oyalanmak, hoşça vakit geçirmek için tercih ettiği oyunların başında gelir.
Bilmece söze dayanan, karşılığı az çok kafa işletmekle bulunan bir sorudur; bu bakımdan hoşbir eğlencedir. Daha çok resme, yazıya dayananlarına bulmaca denir. Dünyanın her yanında çağlardan beri insanlar, eğlenceli vakit geçirmek için, türlü çeşit oyunlar, bu arada da bilmeceler icat etmişlerdir.
Biraz olsun zihin çalışmasına, düşünmeye, kafa yormaya dayanan eğlenceler olmak bakımından, bilmeceler, bulmacalar, başka eğlence çeşitlerinden ayrılır, öteki bütün eğlenceler, oyunlar, genellikle, hareketlere, içgüdülere yönelmiştir; bilmecelerde ise “bilmek”, “bulmak” için dikkat, zihin, düşünme çabası gerekir. Bu arada çocuklar, bütün oyunlara, eğlencelere olduğu gibi bilmecelere, bulmacalara da büyük bir ilgi gösterirler. Bu oyun çocukların çok sevdiği oyunlardan biridir.
Bilmece – bulmacaları, eski, yeni olarak iki bölüme ayırabiliriz. Eski bilmece-bulmacaların başlıca ayırıcı özelliği, hemen daima söze dayanır. Bunun da sebepleri açıktır: Eskiden resim, şekil imkânları daha sınırlıydı.
Çeşitli eğlence imkânlarından uzak yaşayan eski topluluklarda, bilmece-bulmaca, kişiler için önemli bir vakit geçirme aracıydı. Bu bakımdan toplum içindeki yeri şimdikinden çok daha büyüktü.
Eski Bilmeceler, Bulmacalar
Eskiden büyük konaklarda, zengin, varlıklı kişilerin evlerinde, işleri güçleri ya masal, ya da bilmece söylemekten ibaret olan kimseler vardı. Bunlar, geçimlerini bilmeceler, bulmacalar düzenlemekle, araştırıp bulmakla, bunların yanı sıra masallar da anlatmakla kazanırlardı. Bunlardan birçoğu, meslekleriyle ilgili kitaplar bile yazmış, ün kazanmışlardır.
Büyük zenginlerin konaklarında bazen bilmececiler, çok güç bilmeceler düzenlerler, bunları çözemeyen efendileri onlara önemli sayılacak bir ikramda bulunmadıkça, çözümünü söylemekte nazlanırlardı. İşte bu durumdan bir mecaz geleneği doğmuştur: Toplu olarak eğlenilirken, biri ötekine bir bilmece sorar, öteki bunu bilemez de çözümünü isterse, soran kimseye meselâ: Haydi sana İstanbul’u verdim, ya da Haydi sana Beşiktaş’ı verdim derdi. Bu sembolik bağışa konan sorucu, verilen şehir, ülke, mülk üzerine bir tekerleme söyleyip bunu kabullendikten sonra, sorduğu bilmecenin çözümünü karşısındakine söylerdi.
İstanbul kitaplıklarını dolduran yazmalar arasında, çeşitli bilmeceler konusunda, pek çok yazma eser bulunmaktadır. Eski bilmece-bulmacalar (ki bunlar çoğunlukla Türk folkloru malzemeleri arasına girmiş bulunmaktadır) genel olarak, beyitler, dörtlükler, tekerlemeler halindedir. Bunlar seci (nesirde kafiye )li bir cümle, ya da birkaç kafiyeli mısradan meydana gelmiştir. Renk, şekil, hal, benzetme bakımlarından birbirine yakın ilgisi bulunan şeyler, kapalı olarak, sorulur. Araya dolambaçlı, yanıltıcı şeyler de katılır.
Bu tipten bilmecelerin, halk arasındaki adsız örneklerinden başka, bir de Divan şairlerinin meydana getirdikleri, az çok edebî çeşni taşıyanları da vardır ki; bunlara edebiyatımızda muamma, ya da lûgaz denirdi. Muamma (lûgaz )lara bir iki örnek verelim:
Bende yok sabr ü tahammül, sende vefâdan zerre; İki yoktan ne çıkar, fikredelim bir
kere…
Bu muammada birinci mısra, asıl bilmece olan ikinci mısra için hazırlık niteliğindedir. Şair, ikiıici mısrada «îki yoktan ne çıkar? Bir düşünün bakalım!…» diyor. Bununla yok anlamına gelen nâ ile bî kelimeciklerini kastediyor. Bunların birleşmesinden Nûbî adı çıkar ki, bilmecenin çözümü de budur.
Bakınız buzu, şair ne ustalıklı bir şiir anlatımı içinde bilmeceye sokmuştur:
Bir acaip kava gördüm Hapsolunmuş onda âb,
Vurdu zerrin toplarını Fetheyledi âfitab…
«Garip bir kale gördüm. Su orada hapsolunmuştu. Güneş, altın toplarıyla bombardıman ederek, burasını fethetti.» Suyun buz halinde iken bir kaleye hapsedilmişe benzetilişi, güneş ışınlarının, altın toplar halinde kaleyi dövüşü, buzun bu ışınların etkisiyle eriyişinin, kalenin yıkılıp fethedilmesine benzetilişi, oldukça güzel, ince bir hayal gücüne dayanmaktadır.
Eski şairlerden biri gönülü şöyle bilmeceleştirmiştir:
Ol nedir ki, hem küçüktür, hem büyük,
Arkasında var onun bir özge yük?.„
Divan edebiyatında bunun gibi daha birçok bilmeceler söylenmiştir. Bu konuyu; bilmeceyi düzenleyiş tarzından koyu bir kahve tiryakisi olduğu anlaşılan, adı unutulmuş bir şairin “kahve” bilmecesiyle bağlıyalım:
Ol nedir kim bir güzel esmer civan; Rahat-ı ruh, hayat efzây-ı cihan, Anın içün meyledüp erbâb-ı dil İş ü nûş eyler anınla her zaman!
Halk arasında düzenlenip çoğunun düzenleyicisi bilinmeyen, yani adsız (anonim) bilmeceler, dil ve anlatım bakımından daha sade, daha tabiîdir. Bunların bir kısmı nazım edası, bir kısmı ise tekerleme niteliği taşırlar.
Tekerleme edası taşıyan halk bilmeceleri on bine yaklaşacak kadar çoktur. Bunlardan bazısı bütün yurdu kapsar; bazıları bölgesel ölçülerdedir. Bir kısmı ise, aslında bir olduğu halde, ayrı ayrı bölgelerde farklar gösterir.
Divan edebiyatının Arapça, Farsça sözlerle dolu bilmeceleri, gerek anlam, gerek anlatım bakımından zamanla eskimiş, bunun sonucu olarak unutulup gitmiştir; buna karşılık, halk arasında açık bir Türkçe ile söylenen bilmeceler, yüzyıllardan beri canlılığım, değerini korumuştur. Türk folklorunun değer biçilemez zenginlikte bir kaynağı olan çok ince hayallere, ustalıklı söyleyişlere, canlı bir şiir anlayışına dayanır..
Yeni Bilmece, Bulmacalar
Bilmece-bulmaca konusu çağımızda, günün gereklerine uyularak, zengin imkânlardan da faydalanılarak çok gelişmiş, çok zenginleşmiştir. Bugün daha değişiklik kazanan söz bilmecelerinin yanı sıra, sayılamayacak kadar çeşitlikte söz, yazı, şekil, çizgi, sayı, düşünme, şaşırtma… bilmece ve bulmacaları vardır. Ancak, genellikle, yaygınlaşmış bazı bilmece-bulmaca türleri vardır ki, belli başlıları şunlardır:
Çapraz Kelime Bilmecesi: Bugün dünyanın hemen her köşesinde büinen, aranan, en alışılmış, en yaygınlaşmış bilmece türüdür. Boş hanelere, tarif üzerine, birer harf koyarak, kelimeler doldurmaya dayanan bu bilmecenin tarihi oldukça yenidir. İlk önce, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Amerika’da ortaya atılmış, 1924’ten sonra, önce Amerika’da, kısa zaman sonra da bütün dünyada salgın halini almıştır. Çapraz kelimeler bilmecesini ilk ortaya atıp bunu düzenli bir yayınla tutturanlar New York’lu Simon, Caster, Peter, Bridge, Yuranelli, Hartsvik gibi kimseler bunun sayesinde sayılı zenginler sırasına geçmişlerdir.
Bu bilmece salgını, bugün, bütün dünyada normal bir akışa ulaşmış bulunmakla birlikte, ilk zamanlar, özellikle Amerika’da, hatırı sayılır bunalımlara yol açmış, hattâ bu yüzden bazı aile ocaklarının yıkıldığı bile görülmüştür. Meselâ 1925’te Mary Zaba adında bir kadın, kocasının bütün gün çapraz kelime bilmecesi çözmek hastalığına tutulduğunu, bundan baş alamayarak, çalışmayı bütün bütün bıraktığını, sonuç olarak işsiz kalıp kendisini aç bıraktığını ispatlamış, mahkemeden boşanma kararı almıştı. Muhakkak olan bir şey varsa o da, normal ölçüde olmak şartıyla, çapraz kelimeler bilmecesinin, insanı düşündürerek dinlendirip eğlendirdiğidir. Bu arada, insanın kelime zenginliğini de artırır. Hele çocukların, yaşlarına göre düzenlenmiş olmak şartıyla, bu gibi bilmeceleri çözmeye çalışmaları onların yeni yeni kelimeler öğrenmeleri bakımından çok faydalı olabilir.
Resimli Bulmacalar: Daha çok çocuk dergilerinde rastlanan bir türdür. Genel olarak, bir resme, çoğu zaman ters yönde, göze kolayca çarpmayacak şekilde, bir, ya da daha çok insan, hayvan şekli yerleştirilir, okurlardan bunların bulunması istenir.
Resimli bilmecelerin bir başka türü de, yazı ile resim karmasıdır. Resimlerin, bunlara eklenen harflerin birleştirilmesiyle ortaya bir cümle, bir atasözü çıkar.
Resimli bilmecelerin göze, bilgiye, dikkate dayanan, sayılarla, harflerle, hesap işlemleriyle yapılmış daha pek çok çeşitleri vardır.
Çocukların zekâlarını, bilgilerini yoklamak için yapılan testler de birer bilmece sayılabilir. Bu arada, büyükler için de test usulüne dayanan bilmeceler yapılmıştır. Yalnız, test, daha bilimsel bir yoldan hazırlanmış bilmecelerdir.
Filozoflardan birine, bilmece sevip sevmediğini sormuşlar. “Severim; bütün ömrüm de evren (kâinat) bilmecesini çözmeyi uğraşmakla geçti ve geçiyor, yazık ki daha bir hecesini, bir harfini bile çözemedim” demiş. Bu konuda Ömer Hayyam da, bilginleri kasteden bir rübaisinde şöyle diyor:
“Onlar ki her şeyi, her şeyi bilirlerdi. Çeşitli bilgi ışıklarıyla çevrelerini fanus gibi doldurup aydınlatırlardı. Ama, şu dünya bilmecesi hakkında bir türlü çözüme ulaşamadılar; birtakım şeyler mırıldandılar, sonra yeniden uykuya daldılar.”a