Tanzimat Fermanı Öncesindeki Gelişmeler
Osmanlı Devletinde; tımar sistemi, sonradan bozulmakla birlikte, başlangıçta ekonomik yapının temelini oluşturmuştur. Bu ekonomik yapı üzerinde, dinsel görünümü giderek artan ve halifeliğin kabulünden sonra tamamen dinsel esaslara göre kurulmuş olan siyasal sistem, padişah tarafından temsil edilmiştir. Her türlü yetkiyi elinde toplayan padişah, ülkeyi Vezir-i azam aracılığıyla yönetmiştir. Devletin en küçük ekonomik ve yönetsel birimi olan tımarın başındaki sipahi, her şeyden önce asker idi. Savaşa, tımardan topladığı erler ile katılır, barış zamanında ise onları eğitirdi. Sipahi, aynı zamanda bir sivil yönetici olarak, padişahın toprağını işleyen köylüyü denetler ve ondan devlet adına vergi toplardı. Tımarlı sipahileri denetleyen sancak beyleri, onların üstünde bulunan valiler ve nihayet beylerbeyi de hem askeri hem de diğer (sivil) işlerin başı idiler. En yüksek yönetsel unvan olan “paşa” hem askeri hem de sivil bir anlam taşırdı. Netice itibarıyla, Osmanlı Devletinde; sivil iş, askeri iş ayrımının gözlemlenmediği ve bunların birbirleriyle iç içe olduğu söylenebilir
Ekonomik gücünü ve mali imkanlarını, büyük ölçüde toprak geliri ve ganimet ile vergiye bağlayan; sınırlı iktisadi imkanları nedeniyle gelişmek için askeri fetihlere gerek duyan Osmanlı Devletinin siyasal ve ekonomik sistemleri, bilim ve teknikteki gelişmeler sayesinde güçlenen Batı karşısında, 16. ve 17. yüzyıllardan itibaren aksamaya başlamış; 18. ve 19. yüzyıllarda ise çökme noktasına gelmiştir. 18. yüzyılın sonlarına doğru, devletin elindeki toprakları koruyabilmesi bir sorun haline gelmiştir. Bu dönemde yapılan savaşlarda arka arkaya yenilgilere uğranılması ve önemli toprak parçalarının elden çıkması karşısında; Osmanlı padişahları, Batının üstünlüğüne karşı bir denge kurabilmek amacıyla, orduda ve devlet idaresinde reformlar yapmaya yönelmişlerdir. Ordu içinde girişilen bu ilk reform hareketleri; toplumda köklü değişmeleri zorunlu kılmış; ordu ve yönetsel yapıda gerçekleştirilen bu ilk reformların kökleşmesi ve genişletilmesi için, siyasal değişme, atılması gerekli mantıki bir adım olarak görülmüştür. Bu itibarla, Türkiye’nin son yüzeli-ikiyüz yıllık tarihinin, bir değişme ve yenileşme tarihi olduğu söylenebilir.
1.Abdülhamit Döneminde Gelişmeler
1.Abdülhamit’ten itibaren Batı ülkelerinden uzmanlar getirilmeye başlanmış ve bozulan toprak düzenini, salt askeri ve mali ihtiyaçlar bakımından düzeltmek amacıyla çalışmalar yapılmıştır. Batıdan askeri uzmanların davet edilmesi; idarecilik, üretim ve siyasal hedefler konularında kapıların yeni fikirlere açılması sonucunu doğurmuştur. Batılılaşma yolundaki ıslahatlar, en yoğun biçimini III. Selim döneminde (1789-1807) kazanmıştır. 1789 Fransız ihtilali’nin yapıldığı yıl tahta geçen III. Selim, Batının hükümet sistemleri, toplum fikri, siyasal düşünceleri üzerinde bilgiler edinmeye uğraşmıştır. Osmanlı Devletinin zaafının nedenlerini ve reforme edilmesinin yollarını araştırmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi, ilk neden ve çözüm olarak da ordu üzerinde durmuştur. Mevcut ordunun yenilenmesinin güç olacağı değerlendirilerek, ilk düzenli ordu olan Nizam-ı Cedit kurulmuş ve bu suretle, artık denetlenemez hale gelmiş Yeniçeriler karşısında, Padişah kendisine bağlı ve mutlak denetim yetkisine sahip olduğu yeni bir askeri güce kavuşmuştur.
Bütün bu çabalar ve elde edilen sonuçlar Kabakçı Mustafa Ayaklanması ile yok olmuştur. Getirilen yeni düzen ile çıkarları tehlikeye giren yeniçeriler (askerler) ve ulema el ele vererek 1807’de Padişahı tahtından indirmişlerdir. Nizam-ı Cedit dağıtılmış, reformcular kaçmış veya öldürülmüşlerdir. Ayaklanma ile birlikte padişah olan IV. Mustafa’nın kısa süren saltanatı (1807-1808) sırasında, III. Selim’in yenilik çabalarının ürünlerinin son kalıntıları da ortadan kaldırılmıştır. Bu dönemde merkezin otoritesi zayıflamış ve İstanbul sınırlarım aşamaz olmuştur. Anadolu ve Rumeli’de, Ayanlar adeta özerk idareler kurmuşlar ve merkezin otoritesi dışına kaymaya başlamışlardır. Padişahın askerler üzerindeki denetim yetkisini de büyük ölçüde kaybettiği bu kötü gidiş Fas’a sürmüş; aynı dönemde reformculuğu üstlenen Alemdar Mustafa Paşa, 1808 yazında İstanbul üzerine yürüyerek iktidarı almış ve II. Mahmut’u padişah yapmıştır. II. Mahmut’un padişahlığı sırasındaki en önemli olay, Sened-i ittifak’ın imzalanmasıdır. Ayan ve padişahın temsilcileri arasında 1808 yılında imzalanan bu belge ile, padişah, ayanın güvenliği ve korunmasını üzerine almış; buna karşılık ayan da padişaha bağlılık sözü vermiştir.
Bu belge, bazı yazarlarca, anayasa ile ilgili ilk metin olarak kabul edilmiştir. Bunlar, anılan belgenin, keyfi işlemlere karşı ayana tanınan bir çeşit direnme hakkı olduğu görüşündedirler. Bu belge ile iktidar denetime tabi kılınmıştır. Hatta, anılan belge; demokrasi düzenine gidişin ilk çabası, siyasal iktidarın demokratize edilmeye başlandığının ilk belirtisi olarak da görülmüştür.
1.Mahmut Döneminde Gelişmeler
1.Mahmut önce ordu üzerinde durmuştur. Anarşi unsuru durumuna gelmiş olan Yeniçerileri ortadan kaldırarak, kendisine bağlı yeni ve düzenli bir ordu kurmuştur. Yeniçerilerin ortadan kaldırılarak, padişahın ordu üzerinde denetimini kurması, Osmanlılardaki Batılılaşma çabalarının askeri alandan merkezi hükümet alanına kayması sonucunu doğurmuş; bürokratlar, izlenen siyasetin belirlenmesinde daha önemli roller oynamaya başlamışlardır. II. Mahmut döneminde; yönetimin Batılılaşması yolunda birçok adımlar atılmış; angarya ve müsaderenin kaldırılması, mülkiyetin korunması, kanun önünde eşitlik, din hürriyeti gibi bazı ferdi haklar getirilmiştir. Askeri gereklerle yola çıkılmış olmasına rağmen, yapılan bu hamleler aydınların kafalarında önemli kıpırdanmalara yol açmıştır. II. Mahmut döneminin anayasa hukuku bakımından genel görünüşü, dinsel değerler ve padişahlık gelenekleriyle hukukta ve devlet yapısında yenilik isteklerinin çatışması ve Batılılaşmaya doğru ağır bir gidiştir. Unutmamak gerekir ki, askeri alanda başlayan ve daha sonra diğer alanlara kayan Batılılaşma çabaları büyük ölçüde askeri himaye altında cereyan etmiştir.
Dr. O. Metin Öztürk