Hayat Pedi – Hayatpedi.com

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Yaşam
  4. »
  5. TANZİMAT FERMANI ÖNCESİNDEKİ GELİŞMELER

TANZİMAT FERMANI ÖNCESİNDEKİ GELİŞMELER

admin admin -
78 0

Tanzimat Fermanı Öncesindeki Gelişmeler

 

Osmanlı Devletinde; tımar sistemi, sonradan bo­zulmakla birlikte, başlangıçta ekonomik yapının te­melini oluşturmuştur. Bu ekonomik yapı üzerinde, dinsel görünümü giderek artan ve halifeliğin kabu­lünden sonra tamamen dinsel esaslara göre kurul­muş olan siyasal sistem, padişah tarafından temsil edilmiştir. Her türlü yetkiyi elinde toplayan padi­şah, ülkeyi Vezir-i azam aracılığıyla yönetmiştir. Devletin en küçük ekonomik ve yönetsel birimi olan tımarın başındaki sipahi, her şeyden önce as­ker idi. Savaşa, tımardan topladığı erler ile katılır, barış zamanında ise onları eğitirdi. Sipahi, aynı za­manda bir sivil yönetici olarak, padişahın toprağını işleyen köylüyü denetler ve ondan devlet adına ver­gi toplardı. Tımarlı sipahileri denetleyen sancak beyleri, onların üstünde bulunan valiler ve nihayet beylerbeyi de hem askeri hem de diğer (sivil) işle­rin başı idiler. En yüksek yönetsel unvan olan “pa­şa” hem askeri hem de sivil bir anlam taşırdı. Neti­ce itibarıyla, Osmanlı Devletinde; sivil iş, askeri iş ayrımının gözlemlenmediği ve bunların birbirleriyle iç içe olduğu söylenebilir

 

indir

 

Ekonomik gücünü ve mali imkanlarını, büyük öl­çüde toprak geliri ve ganimet ile vergiye bağlayan; sınırlı iktisadi imkanları nedeniyle gelişmek için as­keri fetihlere gerek duyan Osmanlı Devletinin siya­sal ve ekonomik sistemleri, bilim ve teknikteki ge­lişmeler sayesinde güçlenen Batı karşısında, 16. ve 17. yüzyıllardan itibaren aksamaya başlamış; 18. ve 19. yüzyıllarda ise çökme noktasına gelmiştir. 18. yüzyılın sonlarına doğru, devletin elindeki toprak­ları koruyabilmesi bir sorun haline gelmiştir. Bu dönemde yapılan savaşlarda arka arkaya yenilgile­re uğranılması ve önemli toprak parçalarının elden çıkması karşısında; Osmanlı padişahları, Batının üstünlüğüne karşı bir denge kurabilmek amacıyla, orduda ve devlet idaresinde reformlar yapmaya yö­nelmişlerdir. Ordu içinde girişilen bu ilk reform ha­reketleri; toplumda köklü değişmeleri zorunlu kıl­mış; ordu ve yönetsel yapıda gerçekleştirilen bu ilk reformların kökleşmesi ve genişletilmesi için, siya­sal değişme, atılması gerekli mantıki bir adım ola­rak görülmüştür. Bu itibarla, Türkiye’nin son yüzeli-ikiyüz yıllık tarihinin, bir değişme ve yenileşme tarihi olduğu söylenebilir.

 1.Abdülhamit Döneminde Gelişmeler

1.Abdülhamit’ten itibaren Batı ülkelerinden uz­manlar getirilmeye başlanmış ve bozulan toprak düzenini, salt askeri ve mali ihtiyaçlar bakımından düzeltmek amacıyla çalışmalar yapılmıştır. Batıdan askeri uzmanların davet edilmesi; idarecilik, üretim ve siyasal hedefler konularında kapıların yeni fikir­lere açılması sonucunu doğurmuştur. Batılılaşma yolundaki ıslahatlar, en yoğun biçimini III. Selim döneminde (1789-1807) kazanmıştır. 1789 Fransız ihtilali’nin yapıldığı yıl tahta geçen III. Selim, Batının hükümet sistemleri, toplum fikri, siyasal düşünceleri üzerinde bilgiler edinmeye uğraşmıştır. Os­manlı Devletinin zaafının nedenlerini ve reforme edilmesinin yollarını araştırmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi, ilk neden ve çözüm olarak da ordu üzerinde durmuştur. Mevcut ordunun yenilenmesi­nin güç olacağı değerlendirilerek, ilk düzenli ordu olan Nizam-ı Cedit kurulmuş ve bu suretle, artık denetlenemez hale gelmiş Yeniçeriler karşısında, Padişah kendisine bağlı ve mutlak denetim yetkisi­ne sahip olduğu yeni bir askeri güce kavuşmuştur.

Bütün bu çabalar ve elde edilen sonuçlar Kabakçı Mustafa Ayaklanması ile yok olmuştur. Getirilen yeni düzen ile çıkarları tehlikeye giren yeniçeriler (askerler) ve ulema el ele vererek 1807’de Padişahı tahtından indirmişlerdir. Nizam-ı Cedit dağıtılmış, reformcular kaçmış veya öldürülmüşlerdir. Ayak­lanma ile birlikte padişah olan IV. Mustafa’nın kısa süren saltanatı (1807-1808) sırasında, III. Selim’in yenilik çabalarının ürünlerinin son kalıntıları da or­tadan kaldırılmıştır. Bu dönemde merkezin otorite­si zayıflamış ve İstanbul sınırlarım aşamaz olmuş­tur. Anadolu ve Rumeli’de, Ayanlar adeta özerk idareler kurmuşlar ve merkezin otoritesi dışına kaymaya başlamışlardır. Padişahın askerler üzerin­deki denetim yetkisini de büyük ölçüde kaybettiği bu kötü gidiş Fas’a sürmüş; aynı dönemde reformcu­luğu üstlenen Alemdar Mustafa Paşa, 1808 yazında İstanbul üzerine yürüyerek iktidarı almış ve II. Mahmut’u padişah yapmıştır. II. Mahmut’un padi­şahlığı sırasındaki en önemli olay, Sened-i ittifak’ın imzalanmasıdır. Ayan ve padişahın temsilcileri ara­sında 1808 yılında imzalanan bu belge ile, padişah, ayanın güvenliği ve korunmasını üzerine almış; bu­na karşılık ayan da padişaha bağlılık sözü vermiştir.

Bu belge, bazı yazarlarca, anayasa ile ilgili ilk metin olarak kabul edilmiştir. Bunlar, anılan belgenin, keyfi işlemlere karşı ayana tanınan bir çeşit diren­me hakkı olduğu görüşündedirler. Bu belge ile ikti­dar denetime tabi kılınmıştır. Hatta, anılan belge; demokrasi düzenine gidişin ilk çabası, siyasal ikti­darın demokratize edilmeye başlandığının ilk belir­tisi olarak da görülmüştür.

 1.Mahmut Döneminde Gelişmeler

1.Mahmut önce ordu üzerinde durmuştur. Anarşi unsuru durumuna gelmiş olan Yeniçerileri ortadan kaldırarak, kendisine bağlı yeni ve düzenli bir ordu kurmuştur. Yeniçerilerin ortadan kaldırı­larak, padişahın ordu üzerinde denetimini kurması, Osmanlılardaki Batılılaşma çabalarının askeri alan­dan merkezi hükümet alanına kayması sonucunu doğurmuş; bürokratlar, izlenen siyasetin belirlen­mesinde daha önemli roller oynamaya başlamışlar­dır. II. Mahmut döneminde; yönetimin Batılılaş­ması yolunda birçok adımlar atılmış; angarya ve müsaderenin kaldırılması, mülkiyetin korunması, kanun önünde eşitlik, din hürriyeti gibi bazı ferdi haklar getirilmiştir. Askeri gereklerle yola çıkılmış olmasına rağmen, yapılan bu hamleler aydınların kafalarında önemli kıpırdanmalara yol açmıştır. II. Mahmut döneminin anayasa hukuku bakımından genel görünüşü, dinsel değerler ve padişahlık gele­nekleriyle hukukta ve devlet yapısında yenilik is­teklerinin çatışması ve Batılılaşmaya doğru ağır bir gidiştir. Unutmamak gerekir ki, askeri alanda baş­layan ve daha sonra diğer alanlara kayan Batılılaş­ma çabaları büyük ölçüde askeri himaye altında ce­reyan etmiştir.

Dr. O. Metin Öztürk

 

 

 

 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir