Dîni ve millî bakımdan önemli olan ve milletçe hep birlikte sevinç ve huzur içinde kutlanan gün veya günler. Her sene Ramazan ayında ve Arafe gününde günâhlar affedildiği ve müslü- manların sevinçli neş’eli günleri tekrar geldiği için, Arapça karşılığı îyd olan Bayram kelimesinin ne zamandan beri kullanıldığı kat’î olarak belli değildir. Ancak bu kelime, Türklerin müslüman oluşuyla yaygın olarak kullanılmıştır. Daha çok dînî günler için kullanılan bayram, bâzı millî günler için de kulanılmaktadır.
Nefisle yapılan mücâdeleden gâlip çıkılan, günâh işlemeden geçirilen ay ve günlerden sonra ulaşılan bayram günleri, Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem zamânından beri husûsî bir şekilde tes’id edilmiş, kutlanmıştır. Müslümanların bir- biriyle kaynaştığı, küs olan kimselerin barıştığı; fakir, fukarâ ve yetimlerin sevindirildiği, akrabâ ve tanıdıkların ziyâret edildiği bayram günleri; bütün İslâm de letlerinde özel bir sûrette kutlana- gelmiştir. Müslümanların belirli günleri olan daha çok Kurban ve Ramazan bayramları olarak bilinen bayramlara, OsmanlIlar tarafından özel önem verilirdi. Bunun için Fâtih Sultan Mehmed Han, çıkardığı bir kânunla bayram merâsim ve şenliklerinin nasıl yapılacağını tesbit etmişti. Bu bayram günlerinde herkes temiz ve iyi giyinir, çocuklara yeni elbiseler alınır, fakir, yetîm ve öksüzler sevindirilirdi.
Ekseriyâ bayram namazlarından sonra kabirler ziyâret edilerek; geçmişler, akrabâlar ve din büyüklerinin rûhu için Kur’ân-ı kerîm okunur, duâlar edilir, daha sonra da âile büyükleri, dost, akrabâ ve tanıdıklar ziyâret edilirdi. Çocuklar, babalarının ve âile büyüklerinin; gençler ve yaşlıların elini öperlerdi. Bu bayramlarda ecnebî milletlerin yaptığı gibi, içkili, müzikli ve danslı eğlencelere rastlanmazdı. Dînimizin izin verdiği ölçüler içinde neş’ elenilir ve latîfeler yapılırdı. Böy- lece, müslümanların bir arada sevinme ve kaynaşma günleri olan bayramlarla, İslâm toplumunun kültür mîrâsı olan güzel örf, âdet ve gelenekler nesilden nesile aktarılırdı.
Bayram olduğunu îlân etmek için vazifeliler tarafından belli yerlerden belli zamanlarda top atışı yapılırdı.OsmanlIlarda muâyede veya bayram alayı denilen bayram merâsimi arefe günü öğle namazından îtibâren başlar, öğle vaktinden ikindiye kadar merâsim hazırlıkları sürerdi. İkindi namazından sonra sarayın ikinci avlusunda bir Fâtiha ile merâsime başlanırdı. Sonra dîvân çavuşlarından olan duâcı çavuş duâ eder ve orada bulunanlar âmîn derlerdi. En sonunda yine Fâtiha sûresi okunarak bu arefe merâsimi nihâyet bulurdu. Yaptığı duâmünâsebetiyle duâcı çavuşa bir atıyye (hediye) verilirdi. Bu esnâda sarayın Enderûn kısmında ise arefe dîvânı adı ile bir dîvân kurulurdu. Pâdişâh hasoda kasrı meydanına konulan tahta oturup, burada bîrûn halkının yâni saray dışından gelenlerin tebriklerini kabûl ederdi. Sonunda duâ çavuşu mûtad üzere duâ ederek çavuşlar âmîn derler ve duâdan sonra pâdişâh kalkarak arzoda- sına giderdi. Biraz sonra Ağalar Câmii’nde Kur’ân dinleyip sonra tekrar arzodasına gelirdi.
Padişah bayram sabahı bazen Hırka-i şerîf dâiresinde ve bazen de saray mescidinde sabah namazını cemâatle kılar ve sonra hasodaya gelirdi. Bundan sonra Bayram namazına gidiş hazırlıkları başlardı. Pâdişâh tahtına gelip oturmadan önce, akrabâ ve yakınlarına hil’atlar giydirilip tahtın sol tarafında bekletilirdi. Bunların arkasında yâni kapının bulunduğu kısımda ise, zülüflü baltacılar yer alırdı. Tahtın karşısında sol tarafa doğru mîr-i âlem, teşrifatçı kapıcıbaşı, şikar ağaları ve müteferrikalar rütbelerine göre dizilirlerdi. Sekbanbaşı, mîr-i âlem ağanın hizâsında ve sağ yanında durur, yeniçeri ağası ise onun önünde yer alırdı. Sekban- başının arkasında sipâhî vesilâh- dâr ocakları ve dört bölük halkı dururlardı. Çavuşbaşı ve kapıcılar kethüdâsı ağalar ise, ellerinde gümüş âsâlar olduğu hâlde pâdişâhın karşısında sağ tarafta beklerlerdi.
Pâdişâh bayram namazı için kalktığında sadrâzam sağında ve bâbüsseâde ağası solunda olduğu hâlde büyük bir alayla yola çıkılırdı. Pâdişâh daha câmiye varmadan evvel hazîne- dâr başı câmiye gidip, pâdişâhın namaz kılacağı yeri hazırlar, sec- câdesini yere serer ve mahfeli hümâyûnda buhur yakardı. Bayram namazı genellikle Sultan Ahmed ve bâzan da Ayasofya Câmii’nde kılınırdı. Bayram namazını câminin baş imâmı kıl- dırırdı. Devrin ulemâsı veya meşâyıhından tanınmış bir zât da zamâna münâsip bir hutbe îrâd ederdi.
Bayram namazından sonra sadrâzam, vezirler ve diğerleri dışarı çıkıp pâdişâhı beklerler ve sonra alayla kubbe-i hümâyûna kadar gelirlerdi. Burada makam derecelerine göre pâdişâhla bayram tebrikleşmesi yapılır ve sonra hep birlikte yemek yenilirdi.
Yemekten sonra bayramlaşmalar devlet büyüklerinin konaklarında sırasıyla devâm ederdi. Görevde olmayan yaşlı vezirlere ilk önce gidilirdi.
Yavuz Sultan Selîm zamânın- dan îtibâren bayram rikâbı denilen bir kabûl resmi uygulandı. Buna göre Ramazan bayramının üçüncü, Kurban bayramının dördüncü günleri, sadrâzam, şeyhülislâm, kapdan paşa, yeniçeri ağası, yeniçeri kethüdâsı, baş defterdâr, nişancı ve reîsülküttâb topluca huzûra kabûl edilirlerdi. Pâdişâh, saraya resmî bayramlık elbiseleriyle gelen bu zevâtın her- birine ayrı ayrı iltifâtta bulunur, devlet işlerinden bahsedilir, sonra sadrâzama ve şeyhülislâmdan başka herkese izin verilir, üçlü sohbet bir müddet devâm eder, mahremliğinden dolayı yalnız sağır ve dilsizler hizmette bulunurdu.
Pâdişâhın bayramını tebrik merâsimi, İstanbul’un fethinden on dokuzuncu yüz yıl ortalarına kadar Topkapı Sarayı’nda yapıldığı hâlde, daha sonraki devirlerde Dolmabahçe Sarayı’nın orta kısmındaki büyük muâyede (bayramlaşma) salonunda yapılmaya başlandı.
1845 yılı Kurban bayramında me’murların bayramlaşması için yeni bir nizâmnâme düzenlendi. Dâirelerdeki bayramlaşmanın kâfi olduğu; me’murların âmirlerini evlerinde, konaklarında ayrıca tebrike lüzûm olmadığı bildirildi.
Osmanlı topiumunun vazgeçilmez günleri olan bayramlar, gerek resmî kutlama merâsimle- riyle, gerek halk arasında yakın akrabâ ve tanıdıkları ziyâret etmek, fakir ve yetîmleri sevindirmek sûretiyle kutlanırdı. Bu güzel âdet ve gelenekler bir kültür mîrâsı olarak nesilden nesile devrederek günümüze kadar gelmiştir.